Samsun Üniversitesi (SAMÜ) Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), “Öteki Buluşmalar” dizisi kapsamında Dr. Nurcan Özkaplan Yurdakul’u ağırladı. 25 Mart 2025 tarihinde Hasan Harmancı moderatörlüğünde çevrim içi olarak gerçekleşen “Dostoyevski ve Biz: Batılılaşma Karşısında Osmanlı-Türk ve Rus Aydın Davranışı” başlıklı konuşmaya çok sayıda dinleyici katıldı.
Programa moderatör Hasan Harmancı, Dr. Nurcan Özkaplan hakkında bilgi vererek başladı. Özkaplan’ın yazmış olduğu kitabı ele alarak kendi görüşlerine değindi. Program, Nurcan Özkaplan’a yöneltilen “Türkler ve Ruslar arasında benzer özellikler var mıdır?” sorusuyla başladı. Özkaplan, bu soruya iki toplumun da Asyalı ve savaşçı milletler olduğu, Altın Orda’nın Ruslar tarafından tevarüs edilerek Rusya’nın bir güç olarak tarih sahnesine çıktığını ifade ederek başladı. Rusların büyümeleri için Karadeniz’e yaklaşmaları gerektiğini, Deli Petro’nun Petersburg şehrini kurduğunu belirterek, iki topluluğun müşterek ve zıt yönlerine dikkat çekti. Hasan Harmancı, tezatlar ve benzerlikler üzerine konuşarak Mısır’ın modernleşmesi konusunda Napolyon’un fethi meselesine değindi. Kitabın girişinde Rusların, Osmanlı ve Mısır’ın Batı ile karşılaşmalarında iki farklı tepki verdiğini belirtti. Rusların, Napolyon’un işgaliyle kendilerini bulduklarını, öz kimliklerini, Rusluğu ve Ortodoksluğu aradıklarını ifade etti. Buna karşın Mısır’da tam tersi bir durumun yaşandığını, Napolyon istilasına yönelik çok fazla övgü olduğunu, Türklerde ise Batılılaşmaya sayıca ayıdının katıldığı bir akım oluştuğunu söyledi. Türkler ve Mısır Batı’ya olumlu bakarken, Ruslar bu karşılaşmayı nasıl sonuçlandırmıştır diyerek programı soru-cevap şeklinde sürdürdü. Nurcan Özkaplan şu şekilde yanıtladı: Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 1774’te Vehhabi isyanını bastırdığı için Mısır ve Suriye’de Osmanlı’dan yarı özerklik istedi ancak elde edemeyince Osmanlılara karşı isyan etti. Mısır’ın Napolyon’a değer atfetmesi anlaşılabilirdi. Abdülaziz ve Abdülmecid döneminde Mısır’dan gelen Batılılaşma şeklinin etkili olduğunu belirtti. Fransız mürebbiye meselesine de değinerek, Abbas Paşa’nın mürebbiyesi ve lalası Ferdinand de Lesseps’in Mısır’ı aslında Batı dünyasına sömürge olarak açan kişi olduğunu, Süveyş Kanalı’nın da bu sürecin önemli bir parçası olduğunu ifade etti. Batılılaşmanın Rusya ve Osmanlı üzerindeki farklı etkilerine değinen Özkaplan, Rusya’nın daha trajik bir entelektüel durum yaşadığını, Türk aydınının konumunun ise daha trajik olduğunu dile getirdi. Rus edebiyatında esas olan türün şiir olduğunu belirten Özkaplan, ilk büyük yazarlarının Puşkin olduğunu, onun 1812’de Napolyon’a karşı Rusların gösterdiği mücadeleyi yazdığını ifade etti. Dostoyevski ve Tolstoy’un da edebi anlamda önemli eserler verdiklerini, roman yazma sorumluluğunu üstlenen yazarlar olarak adlandırıldıklarını aktardı. Rusya’da eğitimin yaygınlaşmasıyla Rusça İncil çevirilerinin ortaya çıktığını ancak 19. yüzyılda İncil’in hâlâ tam anlamıyla çevrilmemiş olduğunu belirtti. Puşkin, Dostoyevski ve Tolstoy’un Rus edebiyatının kilit figürleri olduğunu vurgulayan Özkaplan, Puşkin’in Napolyon’a karşı 1812 savaşını yazarken, Dostoyevski’nin Rus kimliğinin mücadelesini araştırdığını söyledi. Bazı Türk sinemacılarının, Dostoyevski’nin eserlerini uyarlarken milliyetçi yönünü göz ardı ederek evrensel temalara odaklandıklarını ifade etti. Amerika’da 1894’te düzenlenen bir sergide Fatma Aliye’nin de roman yazarı olarak yer aldığını belirten Özkaplan, Fatma Aliye’nin “Muhadarat” adlı romanında bir kadının aksanı ve yerel kimliği üzerinden Sufi bir kavramı işlediğini ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bunun bir gurur kaynağı olarak tasvir edildiğini söyledi. Tanpınar’ın, Batı kurumlarını benimseyen ancak kendi değerlerine saygı duyan Tanzimatçılar ile Batılılaşma konusunda komplekse sahip olan İttihatçılar arasında ayrım yaptığını belirtti. Tanpınar gibi Türk yazarların başlangıçta edebi dünyalar yarattığını ancak daha sonra toplumsal sorumluluğu önceliklendirerek didaktik üsluplara yöneldiklerini ifade etti. Tanpınar’ın, Osmanlı devlet adamlarının ve aydınlarının halktan çekindiğini dile getirdiğini aktardı.
Kitapta Dostoyevski’de gözlemlenen insanlığa öncülük etme noktasında Rus halkına yüklenen misyonun, Türk aydınlarının tarihimize rağmen halktan esirgediği konusunun ele alındığını söyledi. Dostoyevski’nin Rusların Ortodoksluk aracılığıyla mutluluğa ulaşacağını düşündüğünü, Yunus Emre’nin Anadolu tasavvufu ile bu düşüncenin Yeniçeri Ocağı üzerinden tevarüs ettiğini belirtti. Bugün bunun tam karşılığının “New World Order” (Yeni Dünya Düzeni) olarak adlandırıldığını ifade etti. Köylüyle düzgün bir inisiyatif kurabilen yazarın ise Kemal Tahir olduğunu vurguladı. 19. ve 20. yüzyıllarda yaşamış ve yazmış olan Halide Edib Adıvar’ın da önemli bir devlet insanı ve yazar olduğunu söyledi. Türk sinemasında Dostoyevski alımlamalarına da değinen Özkaplan, Zeki Demirkubuz’un Dostoyevski etkisini eserlerine taşıdığını belirtti. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” ve Reşat Nuri Güntekin’in “Sodom ve Gomore” adlı romanlarında köylüler ve devrim tasvirlerinde çelişkiler görüldüğünü ifade etti. Oğuz Atay ve Şule Gürbüz’ün ise Dostoyevski etkisi taşıyan yazarlar olarak adlandırılabileceğini dile getirdi. Son olarak bugünün Rusya’sı ve Türkiye’sine dair değerlendirmelerde bulunan Özkaplan, Rusya’nın yaşlandığını, isyanları bile zor kontrol ettiğini, şeffaflığını yitirdiğini ve dünyayla iletişiminin zayıfladığını ancak edebiyatının gelişmeye devam ettiğini anlattı.
Konuşmasını, “Türkiye ve Rusya, kendi tarihlerini kendileri kazarak insanlık içindeki yerlerini bulabilecek devletlerdir.” sözleriyle sonlandırdı. Gelen soruların yanıtlanmasının ardından program sona erdi. Kaçıranlar veya yeniden izlemek isteyenler ilgili bağlantıya tıklayabilirler.