Peren Birsaygılı Mut: “Filistin direniş edebiyatı, işgale direnenler için önemli bir motivasyon kaynağı.” | Ayçin Kantoğlu: “Hakikatiniz başka bir gözün manipülasyonları üzerinden türetilmişse, hakikati örten tarafta kalırsınız.”

Samsun Üniversitesi (SAMÜ) Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), Öteki Buluşmalar dizisi kapsamında, 29 Kasım 2023 tarihinde, Peren Birsaygılı Mut ve Ayçin Kanoğlu’nu ağırladı. Hasan Harmancı moderatörlüğünde gerçekleşen “Hayat ile Edebiyat Arasında Filistin Gerçeği” başlıklı programda Filistin meselesi üzerinde kayda değer bir konu masaya yatırıldı.

Filistin trajedisinin ekseriyetle 1948 yılından itibaren ele alınmasının doğru bir yaklaşım olmadığını ifade eden Peren Birsaygılı Mut, Filistin’in bugünkü durumunun 1917 Balfour Deklarasyonu ile başladığını belirtti ve trajedinin en büyük tanıklığını edebiyatın yaptığını ileri sürdü. Filistin edebiyatını Nekbe öncesi ve Nekbe sonrası olarak ayrı değerlendirmek gerektiğini vurgulayan Mut, yaşananların yüz yıllık trajedi olduğunu ifade etti ve şöyle söyledi: “Yaşanmış bütün olayların izini Filistin edebiyatı üzerinden sürüyoruz. Yüz sene öncesinden kaleme alınmış şiirler, romanlar, öyküler, tiyatrolar söz konusu Filistinli yazarlar tarafından kaleme alınan. Bu nedenle Nekbe öncesinde Filistin’de büyük bir direniş geleneği görüyoruz.”

Sözlerini, yazarlar üzerinden örnekler sunarak sürdüren Mut, Filistin’in ilk direniş şairlerinden ve mezkûr edebiyat geleneğini başlatan ilk isimlerden İbrahim Tukan’dan bahsetti. Mut, bu durumla alakalı önemli ifadelerde bulundu: “Nabluslu varlıklı bir ailenin oğlu ve bir koldan da Türk bir aileden gelir. Filistin’de, Mescid-i Aksa’nın batı yüzündeki duvarı Siyonistler ele geçirmeye çalıştıklarında birçok Müslüman’ı duvarın önünde şehit ediyorlar. 1929 senesinde Müslüman ve Hristiyanlar birlikte yürüyüşe geçerek duvarı savunuyorlar. Hatta Burak Duvarı savunma komitesi de kuruluyor. Burada yaşanan olaylar esnasında üç Filistinli genç idam ediliyor. İşte İbrahim Tukan da bu üç genç için yazdığı “Kızıl Salı” adlı şiiriyle Filistin direniş edebiyatının ilk örneklerinden birini veriyor. Pek bilinmeyen ancak çok sayıda eseri olan İbrahim Tukan’ın Türkiye’de çalışılmasını öneririm.”

Nekbe öncesi direniş edebiyatına dair yüzlerden bir diğeri olan Abdurrahim Mahmud’a değinen Mut, Mescid-i Aksa’nın yaşadığı tehlikeye dikkat çeken ilk şiir olan “Aksa’ya Veda” adlı eseri Abdurrahim Mahmud’un kaleme aldığını belirtti. Bir diğer önemli yüz olan Nuh İbrahim’e değinen Mut, şairin İngiliz sömürge valisini hicveden ilk şiirleri kaleme aldığını ifade etti. Bahse konu olan şiirlerin Filistin tarihinde marşlara dönüştürüldüğünü ve çok önemli işlevlere sahip olduğunu ifade eden Mut, mezkûr şiirlerin Filistin’in köylerinde ve kasabalarında da pek çok insan tarafından söylendiğini belirtti ve şunları söyledi: “Bugün Filistin’de savaşan insanlar beşinci veya altıncı nesil. Bu insanların oradaki en büyük motivasyon kaynaklarını da hâlen bu eski direniş şiirleri oluşturuyor. Nuh İbrahim’in yıllar evvel yazdığı şiir bugün hâlen Gazze’de, Batı Şeria’da söyleniyor. Edebiyat onlar için en büyük motivasyon olmuştur. Filistin direniş tarihinde erken dönem edebiyatın rolü çok büyük olmuştur.”

Sözlerini Nekbe sonrasına getirerek sürdüren Mut, Mahmud Derviş’e değindi. Çocuk yaşta başladığı ve bu nedenle çok erken yaşta yaptırımlarla karşılaşan Mahmud Derviş’in direniş edebiyatını sürdürerek Filistin davasını dünyaya duyuran şiirler kaleme aldığını ifade eden Mut, Mahmud Derviş’in karakter özelliklerinin ve sürgüne rağmen çalışkanlığının imrenilesi olduğunu belirtti. Sözlerini Gassan Kenefânî’ye getiren Mut, şairin 36 yaşındaki katledilmesine kadar geçen sürede birçok öykü kaleme aldığını belirtti. Mut, Nekbe sonrası yazarların, yazdıklarını dünyaya duyurma noktasında çok daha geniş imkânlara sahip olduğunu ifade etti. Naci El-Ali’yi hatırlatarak konuşmasını sürdüren Mut, Naci El-Ali’nin “siyonist edebiyat” tabirini ve Siyonistlerin edebiyatını Filistin tarihinde ilk defa inceleyen yazar olduğunu belirtti. Siyasî Siyonizm’den önce edebî Siyonizm’in ortaya çıktığına dikkat çeken Mut, 1966 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü Siyonist bir yazarın aldığını belirterek Gassan Kenefânî’nin Siyonizm ve edebiyat ilişkisini ortaya koyan ancak hâlen tercüme edilmemiş olan eserine dikkat çekti. Nekbe öncesi şairlerden İbrahim Tukan’ın kız kardeşi olan Fatıma Tukan’a değinerek sözlerini sürdüren Mut, bir kadının şiir yazmasının yargılandığı bir dönemde Fatıma Tukan’ın Filistin direniş edebiyatının ilk kadın şairlerinden olduğunu ileri sürdü.

Filistin edebiyatının izlerini sürmenin önemini hatırlatarak sözlerini tamamlayan Mut, şöyle söyledi: “Filistin davasının en büyük gücü aslında edebiyat. Siyonist edebiyatın ve Siyonist sözcüklerin kalplerde oluşturduğu etkiyi silebilmek çok zor. Ancak onlar edebiyattan korkuyorlar. Birçok Filistinli edebiyatçı suikaste kurban gitti bu yüzden. Filistin’de yaşanan dramı korkusuzca sözle, romanla, şiirle, çizgiyle bize anlatmaya devam edenler var. Bizler de onların sözünü bütün dünyaya yaymada onlara yardımcı olabilirsek Filistin davasına hizmet etmiş oluruz. Edebiyatı hafife almamamız gerekiyor.”

Programın ikinci bölümünde konuşma yapan Ayçin Kantoğlu, önemli değerlendirmelerde bulundu. Kantoğlu, son yaşanan durumlara dair hatırlatıcı örnekler sunarak sözlerine başladı ve İsrail’in katliama girişmesinin hemen ardından olayların planlananın aksine seyrettiğini ifade etti. Kantoğlu şöyle söyledi: “Belirsiz alana girmiş oldular. Hâlbuki Batı aklı, veri ve istatistik ile çalışır. Dolayısıyla İsrail hükümeti atacağı her adımı, medya ayağı dahil, önceden hesap eden bir motivasyon ve akla dahiller. Ancak bütün istatistikî verilere ve Gazze’nin her köşesini adım adım bilmelerine rağmen bilinemez bir alan ile karşı karşıya geldiler. İşte o bilinemez alanın bir bölümünü de Gazze’nin dışında yaşayan dünyanın diğer halkları, yani bizler oluşturduk. İnsanı en küçük hücresine kadar ayıran bir gücün bu belirsizlik karşısında hep beraber yalpaladığını gördük.”

Karşılaşılan tabloya dair sözlenebilecek çok söz olduğunu belirten Kantoğlu, Filistin’de olanların çocuklardan kurulu bir şehrin durmaksızın bombalanması olduğuna dikkat çekti ve şöyle söyledi: “Oraya dönmemiş bir göz dünya üzerinde neredeyse yok. Ben bu durumu orada şehit edilen çocukların mübarek kanlarına bağlıyorum”. Kantoğlu ayrıca şu anlamlı ifadelerde bulundu: “Günbegün önümüze parçalanmış bebekler ve çocukların görüntüleri geldi ve bazı tanımlamalar rahatsız edici olmaya başladı. Yerleşimci tanımı, savunma hakkı ifadesi, oradaki kamplar mülteci kampları olarak adlandırılıyor. Filistinlileri terörist olarak damgalayan bir Batı medyası var ve buna destek olanlar var. Oradaki grupları terör örgüleriyle eşitleyenler var. Hatta dediler ki ‘Filistinliler İsraillilere soykırım uygulamaya kalktı’. Hakikatle örtüştüremeyeceğiniz, bütün cürümleri Filistinlilere yıkan bir örgütlü kötülükle yüzleştik. Kötülüğe dair bildiğimiz bütün tanımları yıkan bir kötülük türüyle karşı karşıya kaldık. Kötülük dediğimiz kavramın vücut bulmuş haliyle karşılaştık.”

Kantoğlu, “Çocukların taammüden öldürüldüğü bir savaşı ben hiçbir zaman hatırlamıyorum” dedi ve çocukların planlanarak öldürülmesini ayrı bir boyut olarak değerlendirdi. Kantoğlu bu hususta şöyle söyledi: “Ancak onları düşman görürseniz bunu yapabilirsiniz. Hâlbuki çocuk dediğimiz, insan masumiyetinin bir simgesi. Ne mantıken ne vicdanî olarak çocuklara dinî veya tarihî referanslarla kendi kavgalarınızın sorumluluğunu yükleyemezsiniz. Çocukların esasında bir vatanı da olmaz. Birçoğunun dili de yok. Anne karnındakinden yeni doğana kadar çocukları öldürmeye kast etmiş bir kötülükle yüzleştik.”

“Gazze, dünyadaki tek işgal edilmemiş yer” ifadesiyle önemli bir değerlendirmede bulunan Kantoğlu, geri kalan her zihin ve hanenin işgal edilmiş olduğunu belirtti. Siyonizm’in Gazze dışındaki her yere elini uzattığına dikkat çeken Kantoğlu, boykotun yanı sıra mülteci kampı gibi tanımlamaların da düzeltilmesi gerektiğini belirtti. Kantoğlu şu sözlerle konuşmasını tamamladı: “Hakikatle alakalı konuşurken tanımlamalarınız hakikat kaynaklı değil ve hakikatiniz başka bir gözün manipülasyonları üzerinden türetilmişse,  hakikati örten tarafta kalırsınız. Hâlbuki insanı değişime açan şey, çıplak hakikatin gözlerine bakabilmektir. Üstelik burada çok büyük bir haklılık var. Bu çocukların yaşam hakkını elinden almaya kimsenin güç yetirememesi gerekiyor. Kimsenin bu meseleye bakarken herhangi bir referansla pozisyon belirlememesi lazım. Çünkü bu dünyanın esas mirasçısı çocuklar. Orada bize izlettirdikleri şeyin bizim varlığımıza yönelik de bir tehdit olduğunu düşünüyorum. Bize teslim olmazsanız size yaşatacağımız cehennemi görün diyorlar.”

Aynı zamanda DÜSAM Youtube kanalında yayınlanan “Hayat ile Edebiyat Arasında Filistin Gerçeği” başlıklı konuşma, dinleyenlerin aktif katılımı, soru ve katkılarıyla sona erdi.

Kaçıranlar, linki tıklayarak Youtube kanalımızdan programı izleyebilirler.

02 Aralık 2023
Öğrenci Destek Hattı