Mahmut Hakkı Akın: “Türk modernleşmesi 1950’ye kadar bürokrasi merkezli iken, 1950 sonrasında kentleşmeyle birlikte kendiliğinden modernleşme süreci başladı ve bu ikili modernleşme yapısı çatışmaya yol açtı”

Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), Saathane Buluşmaları dizisi kapsamında 16 Aralık 2023 tarihinde İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın’ı ağırladı. Ahmet Gökçen’in moderatörlüğünde gerçekleşen program dizisinde Mahmut Hakkı Akın’ın “Türkiye’de Modernleşme” adlı kitabı, elektrik kesintisi nedeniyle, mum ışığı altında masaya yatırıldı.

Kitabının Türk modernleşmesi alanı ile ilgili yazdığı makalelerin toplamından oluştuğunu ifade ederek sözlerine başlayan Akın, öncelikle modernleşmeyi sosyoloji disiplini bağlamında “Batı’da bir dizi yaşanmış değişim sürecinin toplumsal yapıları geçmişe tekrar dönmez bir şekilde değiştirme süreci” olarak tanımladığını ifade etti. Bu bağlamda sanayi devrimi ile tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin yaşandığını vurgulayan Akın, köyden kente göç, kentler arasındaki iletişim ve ulaşımın hızlanması, kent hareketliliğine bağlı olarak proleterya sınıfının ortaya çıkması, üretim artışı ile uluslararası siyasetin ve ilişkilerin bütünüyle değişmesini tetikleyen bütünsel bir sürecin söz konusu olduğunu ifade etti. Batı’da burjuvazinin aktör olarak süreçteki rolünü dikkate almadan yapılan analizlerin sosyolojik bağlamının eksik olduğu ve meseleyi kendi gerçekliğinde görmemeyle ilgili bir problem taşıdığı vurgulandı. Güncel bir vaka olarak İsrail’in bugün yaptığı katliamlarda Aydınlanma sonrası ortaya çıkan birey tipi üzerinden inşa edilen haklar ve öğretilerin belirli bir grup için daha fazla geçerli haklar olduğunun yeniden görüldüğü ifade edildi.

Said Halim Paşa’nın erken bir tarihte Batı’da yaşanan tarihsel deneyimi ve süreçleri kendi toplumsal gerçekliğinin dışına çıkararak evrensel olgularmış gibi ele almamak gerektiği uyarısında bulunduğunu ve batıcıları bu bağlamda mukallit olmakla eleştirdiğini vurguladı. Üstelik Batı’da yaşanan modernleşme süreçlerinin de tek tip olmadığı; İngiltere, Fransa ve Almanya’nın farklı modernleşme tecrübelerine sahip olduğu hatırlatıldı.

Türk modernleşmesinin ise farklı bir gerçekliğe sahip olduğunu ifade eden Akın, devletin kendi varlığını sürdürmeyle ilgili reflekslerinin modernleşme sürecinde başat rol oynadığını vurguladı. Bu nedenle esas aktör devlet olduğu için Türk modernleşmesi literatüründe öne çıkan tüm isimlerin oluşturdukları metinlerin bağlamını siyasetin belirlediği ifade edildi. “Modernleşmeyi kim ister?” sorusunun uzun dönem boyunca bürokrasi ekseninde şekillenmesi durumunun 1950’li yıllarda Türkiye’ye bakıldığında bütünüyle bir tarım toplumu olduğuna ilişkin verilerle uyumlu olduğunu vurguladı.

Türk modernleşmesi sürecinin iki radikal aktörü olarak II. Mahmut ile Mustafa Kemal’in öne çıktığını ifade eden Akın, iki devlet adamının da büyük bir risk alarak yaptıkları radikal hamlelerin toplumsal değişimden ziyade dönüştürme hedefi taşıdığını vurguladı. Sultan II. Mahmut’un sembolik olarak batılı kıyafetler giyerek İstanbul merkezli başlatmış olduğu “Osmanlı yurttaşlığı” projesinin 1912 yılında Balkan Savaşları’na kadar devam ettiği ifade edildi. Akın, “Ancak Balkan Savaşları yaşandığında, Osmanlı ordusu birçok şehri silah bile kullanmadan bırakmak durumunda kaldığında işin rengi değişti. Dönemin şartlarında Osmanlı vatandaşlığı artık sürdürülmesi çok zor, yapay bir durum haline geldi. Balkan Savaşlarından sonra Türkiye’nin artık bir ulus devletleşmeye doğru gideceği çok net bir şekilde görüldü.” ifadesini kullandı.

Akın, Türkiye’nin Balkan Savaşları’ndan itibaren yaşadığı on yılı aşkın kesintisiz savaş sürecinin toplumda çok ciddi travmalara yol açtığını, Zafer Toprak’ın “Yeni Hayat” kitabına referansla 1920’li ve 1930’lu yıllarda intihar oranlarının çok yüksek olduğunu ifade ederek bu travma sürecinin akademik olarak çalışılması gerektiğine değindi. Bu dönemde beşeri sermaye kaybının Türkiye için oldukça olumsuz sonuçları olduğunu ifade eden Akın, spekülatif bir soru sorarak “savaşların yaşanmamış olduğu bir senaryoda, meşrutiyet devrindeki adamlarla İttihat Terakki iktidarı bir biçimde devam etmiş olsaydı bugünkünden daha farklı bir yere gelmeyecektik” tezini öne sürdü. Osmanlı modernleşmesinden itibaren birbirinden tamamen kopuk iki ayrı dünyanın ve zihniyetin oluşmaya başladığını ve bunların kesin ayrışması dolayısıyla uzlaşma ve ortak dilin mümkün olmadığını vurguladı. Bu bağlamda Atatürk’ün Karabekir’den farklı şekilde değişimin kendi seyrinde devam etmesi yerine jakoben bir dönüşüm modelini tercih ettiği, Niyazi Berkes’in gelenekle bağı keskin şekilde koparan inkılapları önemsemesinin bir sonucu olarak modernleşmeyi gerçek anlamda Cumhuriyet ile başlattığı ifade edildi. Ancak bu bağın kesilmesinin mümkün olmadığını ifade eden Akın, “bütünüyle bastırmak ve görünmez hale getirmek yok etmek değildir. Bazen yer altına itmek, başka yollarla kendini üretmek anlamına gelir” diyerek ‘Türkiye Modernleşmesi Karşısında Dini Gruplar’ başlıklı makalesinde bu meseleyi ele aldığını ifade etti.

Osmanlı modernleşmesi sürecinde açılan kurumlarda orduda ve bürokraside yetişen aktörlerin radikal modernleşme sürecini yürüttüğü ifade edildi. 1930’lu yıllara gelindiğinde dönemin Türk tarih tezleri ve kültürle ilgili radikal adımlarının Ziya Gökalp yerine Abdullah Cevdet’in düşüncelerine benzediği ifade edilerek, Gökalp’in “toplumsal gerçeklikte değişim talep etse de toplumsal gerçekliğe rağmen bir şey yapılmasını istemediği” vurgulandı. Çünkü Gökalp’in sosyolog kimliğiyle toplumsal gerçekliği bir veri olarak kabul ettiği ifade edildi. Benedict Anderson’un milliyetçilik kuramı olarak “hayali cemaatler” kavramını hatırlatan Akın, “Cumhuriyet modernleşmesi bize şunu gösterdi. Baştan beri kültürel bir bölünme vardı. Bu kültürel bölünme daha sonra Cumhuriyet döneminde kurgu ile olgunun uyuşmadığı başka bir şey üzerinden devam etti. Mesela Kürt realitesini inkâr ettiniz, Kürtleri dağ Türkü olarak tanımladınız. Ancak sonuçta Kürt realitesi Türk realitesine dönüşmedi ve eklemlenmedi. Siz bunu istediğiniz kadar tarihi delillerle yapın; Türklerin ezeli ve ebedi Anadolu’da olduğunu iddia edin, medeniyetin Türklerden geldiğini söyleyin. Bu tezlerin zaten önemli bir kısmının ilmi olarak alıcısı yoktu. Döneme genel olarak baktığımızda Birinci Dünya Savaşı sonrası içe kapanmacı ulus devlet modellerinde bu tür şeylerle çok rahat karşılaşabiliyorsunuz. Evrensel iddialar olarak değil ulus devlet sınırlarında iddialar olarak kalan şeylerdir bunlar.” ifadelerini kullandı.

Konuşmasının sonunda Türk modernleşmesi alanına dair kendi yaklaşımını şu şekilde ifade etti: “Benim özellikle vurgum ve literatürde boşluğunu gördüğüm husus; Türkiye’nin toplumsal gerçekliğinin çok uzun yıllar bir tarım toplumu gerçekliği olduğu göz önünde bulundurulmadan yapılan analizlerin önemli bir kısmı sadece aktörlerin söyledikleri ve yaptıkları düzleminde kalıyor. Biz onları tartışıyoruz. Hâlbuki ortada bir toplumsal gerçeklik var idi. Ben bu bağlamda ‘ikili modernleşme’ diye bir tez ortaya attım. Aslında 1950’ye kadar Türkiye’de II. Mahmut’tan itibaren takip edebileceğimiz devlet merkezli bir bürokratik modernleşme var. Bürokrasiyle temas etmişlerin daha fazla içine girdikleri, aktör oldukları bir değişim süreci. Ama 1950’den sonra bir kendiliğinden modernleşme süreci başlıyor ve ikili modernleşme yapısı söz konusu oluyor. Kendiliğinden modernleşme şu demek: bütün Osmanlı ve 1950’ye kadarki Cumhuriyet döneminde bir kentleşme hareketliliği yok. Hâlbuki dünyanın her yerinde Japon modernleşmesini ve Rus modernleşmesini de incelediğinizde kentleşme diye bir vaka vardır. Kentleşme Türkiye’de 1950’de başladı. Bürokratik modernleşme ile kentleşmenin kendiliğinden gelişen, kendi içinde süreklilik taşıyan dinamikleri Türkiye’de çatıştılar. İstanbul’da olası bir seçimde, işte önümüzdeki Mart ayındaki seçimde, göçle gelip oluşmuş kenar semtlerle merkezi ilçelerde partilere göre hangi renkleri alacağını şimdiden tahmin edebiliyoruz. Bu aslında onun bir karşı karşıya gelme durumudur.”

Saathane Meydanı içerisinde Süleymanpaşa Kültür Evi’nde yüz yüze gerçekleşen etkinlik, katılımcıların aktif katılımı, soru ve katkıları ile sona erdi.

17 Aralık 2023
Öğrenci Destek Hattı