M. Cüneyt Kaya: “Bağımsız bir felsefe etkinliği İslam dünyasına özgü bir durum. Latin dünyada bağımsızlaşmış bir filozoflar zümresi yok.”

Samsun Üniversitesi (SAMÜ) Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), Öteki Buluşmalar dizisi kapsamında, 10 Ekim 2023 tarihinde, Prof. Dr. M. Cüneyt Kaya’yı ağırladı. “Ne İsa’ya Ne Musa’ya… İslam Felsefesinin İmkânı Üzerine” başlıklı programda, Peyami Safa Gülay’ın moderatörlüğünde, İslam ve felsefe ilişkisi üzerine dikkate değer bir konu masaya yatırıldı.

İslam felsefesi çalışmaya bir tür meşruiyet probleminin eşlik ettiğini belirterek sözlerine başlayan M. Cüneyt Kaya, İslam felsefesinin meşruiyeti ile ilgili sorunun hâlen canlı olduğunu dile getirdi. Kaya, “ne İsa’ya ne Musa’ya…” başlığı ile İslam felsefesi alanının modern zamanlarda belirli çevrelere yaranamadığının kast edildiğini ifade etti. Kimi Oryantalist çalışmalarda İslam felsefesine karşılık gelebilecek başka adlandırmaların doğduğunu belirten Kaya, mezkûr terkibin imkânsızlığını öne süren ve böyle bir kavram ve disiplinin olamayacağını ileri süren anlayışlar üzerine eğildi.

İslam felsefesinin imkânsızlığına yönelik iki temel anlayışın olduğunu dile getiren Kaya, ilk anlayışın “felsefî bir boyutla” İslam ile felsefenin yan yana gelemeyeceği iddiasına yaslandığını belirtti. Kaya, diğer anlayışın “dinî bir boyutla” İslam ile felsefenin yan yana gelemeyeceği düşüncesi olduğunu söyledi ve şunları dile getirdi: “İki uç nokta gibi görünse de ortaklaştıkları bir yer var. Felsefeden hareketle İslam felsefesinin imkânsızlığını ileri sürenlerin dine yükledikleri anlam ile dinden hareketle bu imkânsızlığı ileri sürenlerin felsefeden anladıkları aşağı yukarı örtüşüyor”. Kaya, asla bir araya gelmeyecek bu iki görüşü benimseyenlerin, bir masanın etrafında bir arada oturması dahi mümkün görünmüyorken İslam felsefesinin imkânsızlığı söz konusu olunca ortak tepkiler verdiklerini ifade etti.

Felsefeden hareket edenlerin yorum dünyalarına değinerek sözlerini sürdüren Kaya, bu anlayışın Aydınlanma döneminde ortaya çıkan ve Kant’ta kristalize olmuş bir felsefe anlayışı olduğunu belirtti. Kaya değerlendirmesini söyle sürdürdü: “Bu felsefe anlayışına göre felsefe, aklın her türlü otoriteden, gelenekten, dinden ve ön kabulden bağımsız bir şekilde bilme eylemi olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla felsefe ön kabul ve dinle çatışacak bir yol. Böyle bir felsefe kavrayışının, Antik Yunan’dan beslenen boyutları var ve sorgulayan, eleştiren bir tarafı var. Her türlü ön kabulden bağımsız, steril bir etkinlik olarak ortaya konulması ise Aydınlanma sürecine giren Avrupa’nın her türlü ontolojik, kültürel süreçleriyle yakından ilişkili. Kiliseyle olan mücadele, bu süreçte Aydınlanma ile birlikte filozof ve bilim adamı tasavvurunu belirginleştirdi. Bu tasavvurun bir parçası olarak da evrensel, genelgeçer bir felsefe anlayışı vazedildi. Oryantalizmin de bu süreçlerle ilişkili olarak gelişmesi, Oryantalistlerin İslam dünyasına bakış açılarında bu tür bir felsefe anlayışının bir kriter olarak görülmesini sağladı.”

Ernest Renan’ın “İslam ve Bilim” başlıklı konuşmasına değinerek sözlerini sürdüren Kaya şunları söyledi: “Renan, İslam toplumlarında ve Sami ırkına mensup toplumlarda herhangi bir rasyonalitenin olamayacağını iddia ederek burada herhangi bir bilim ve felsefenin gerçekleşemeyeceğini dile getirdi. Hegel’in felsefe tarihi üzerine derslerinde de bu düşünce görülür. Doğu toplumları ve bilhassa İslam toplumlarında mistik düşüncenin ve edebiyatın güçlü olmasına karşın rasyonalitenin, teorik düşüncenin, bilmek için bilmenin kendisini gösteremeyeceği vurgusu yerleşikti malumunuz. Dolayısıyla Edward Said tarafından ifşa edilen Avrupamerkezci felsefenin evrensel ve biricik bir felsefe anlayışı olduğunu belirtebiliriz. Bu felsefe anlayışı Türkiye’de belirli felsefe çevrelerinde geçerliliğini sürdürüyor. Bu görüşün ulaştığı yer, İslam içerisinde düşünmeyi sürdüren kişilerin de özgür bir düşünme yoluyla felsefe üretebilmesi mümkün değil şeklinde oldu.”

İslam felsefesinin imkânsızlığı üzerine dinden hareketle görüş bildiren ikinci yaklaşıma sözü getiren Kaya, bu görüşün hem İslam içi hem de İslam dışı örneklerinden söz etmenin mümkün olduğunu belirtti. Kaya, kimi çevreler açısından din denildiğinde anlaşılanın Avrupa’nın kendi serüveni içerisinde Hristiyanlık’la olan ilişkisinden ibaret olduğunu ileri sürdü. Avrupa’nın felsefe tarihi içerisinde filozoflar ile Hristiyanlık dini arasındaki mücadelenin, bu gelişmelerin dışında olan İslam dinine de atfedildiğini belirten Kaya, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu kavramları indirgeyenler açısından bu iki din farklılık ifade etmiyor. Hiç şüphesiz dinlerin ortak unsurlarını bulabiliriz ancak dinlerin ötekiyle, düşünceyle ilişkisinde ve din adamlarına atfedilen rolde dinden dine oldukça büyük farklılıklar var. Batı’nın kendi tecrübesinde dine atfettiği anlamları alıp İslam’a yüklediğimizde felsefe ile Hristiyanlık dini çatışıyorsa burada da böyle olmalı şeklinde bir sonuca varılıyor.”

Değerlendirmeleriyle bütünlüklü olarak “ne İsa’ya ne Musa’ya…” durumunun arka planına değinen Kaya, “bütün bu imkânsızlık iddialarına rağmen İslam dünyasında felsefe diye bir şey var” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “İslam dininin gelişi, Hz. Peygamber’in İslam’ı tebliğ edişi ve onun vefatı sonrası süreçte İslam dünyasında, pratik ihtiyaçlarla, sosyopolitik gerekçelerle ve entelektüel gayretlerle çeşitli disiplinlerin ilk nüveleri görüldü. Bu süreç içerisinde İslam dünyasında “felsefe” diye bir kavram yoktu ancak belirli alanlardaki entelektüel ilerleyiş sürerken tarihin belirli bir noktasında tercüme hareketleriyle İslam dünyasına bir literatür nakledildi. Grekçe’den veya Süryanice’den aktarılmak suretiyle Antik Helenistik dünyanın felsefî ilimleri tercüme edildi. Bu süreçte felâsife ve hukemâ dediğimiz bir zümre ortaya çıktı. Bir tarafta kelamcılar, fakihler, muhaddisler ve dil âlimleri varken filozoflar adıyla ayrı bir zümre doğdu.”

Latin dünyada böyle bir ayrı zümrenin olmadığını dile getiren Kaya, şu önemli değerlendirmede bulundu: “Hepsi din adamları. Bağımsız bir felsefe diye bir etkinlik ve filozof zümresi İslam dünyasına özgü bir durum. İslam dünyasında naklî ilimlerde birtakım zümreler oluşurken eş zamanlı olarak dışarıdan bir literatürün aktarılmasıyla birlikte ayrı bir zümre oluştu. Böyle bir zümrenin oluşması şu açıdan dikkat çekici: Tarihsel olarak biz İslam dünyasında felsefe dediğimiz zaman bu zümrenin yaptıklarına atıfta bulunmalıyız. Yani her türlü entelektüel etkinlik ve aklî gerekçelendirmeye dayalı düşünme tarzına felsefe demeye meyyal olsak da bu resim tarihsel olanla uyuşmuyor. Tercüme hareketiyle birlikte intikal eden literatür, İbn Sina felsefesiyle zirveye ulaştığında yalnızca bu entelektüel zümrenin felsefî etkinliği değil aynı zamanda İbn Sina felsefesi ile filozof olmanın eşitlendiği bir durum doğdu.

Platon ve Aritoteles felsefelerinin de süreç içerisinde baskın bir role sahip olduklarını ifade eden ve bu iki filozofun uzlaştırmacı tavırlarının felsefi etkinliğin merkezine yerleştiğini dile getiren Kaya, mezkûr literatürün İslam dünyasına intikalinde merkezde Aritoteles olduğunu dile getirdi. Kaya bu bağlamda, canlı ve devam edegelen bir felsefi etkinlik ve ekol üzerinden değil, doğrudan doğruya bahsi geçen literatürün alımlanması, özümsenmesi ve yeniden üretilmesi süreciyle karşı karşıya kalındığını dile getirdi. İntikal eden felsefi geleneğin ana renginin Aristotelesçi olduğunu ifade eden Kaya, İslam dünyasında zuhur eden felsefi yönelimleri bastıran İbn Sina felsefesinin, doğrudan felsefe ile eşitlendiğini ifade etti.

Sözlerini İslam felsefesinde Gazali etkisine değinerek sürdüren Kaya, Gazali’nin eleştirileri sayesinde felsefi etkinliğin sona erip ermediğine değindi. Felsefe tarihine baktığımızda Gazali’den sonra Sühreverdi, İbn Tufeyli gibi kimseler haricinde büyük bir ismin çıkmadığına bakacak olunduğunda, Gazali’nin İslam felsefesinin sonunu getirdiği düşüncesinin destekleniyor gibi göründüğünü ifade eden Kaya, bu tür değerlendirmeleriin yanlış karşılaştırmalara tekabül ettiğini dile getirdi. Kaya, şu sözlerle konuşmasını sonlandırdı:

“Hem Batı’da hem Türkiye’de yapılan çalışmalar, aslında Gazali’nin eleştirilerinin felsefe ve filozofların sonunu getirmediğini gösteriyor. Örneğin İbn Sina’nın talebe silsilesi, İbn Sinacı tarzda felsefe yapmaya devam ettiler. Adına özel olarak felsefe denilen şeyin bir hayatiyetinin olup olmadığını tartışmamız lazım. Bütün bu etkinliklere felsefe diyebiliriz ancak tarihsel olarak doğru mu değil mi diye de düşünmeliyiz. Çünkü insanların zihninde felsefe denildiğinde İbn Sinacı felsefenin anlaşıldığını hatırlamakta yarar var.”

Aynı zamanda DÜSAM Youtube kanalında yayınlanan “Ne İsa’ya Ne Musa’ya… İslam Felsefesinin İmkânı Üzerine” başlıklı konuşma, dinleyenlerin aktif katılımı, soru ve katkılarıyla sona erdi.

Kaçıranlar, linki tıklayarak Youtube kanalımızdan programı izleyebilirler.

16 Ekim 2023
Öğrenci Destek Hattı