Prof. Dr. Sibel A. Arkonaç: “Osmanlı entelektüeli psikoloji tartışmalarını birey odaklı sosyoloji içinde takip ediyordu çünkü yeni kurulacak olan toplum bünyesinde yeni bir insan modeli doğacaktı.”

Samsun Üniversitesi (SAMÜ) Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), Sosyoloji Güncesi dizisi kapsamında “Türkiye’de Psikolojinin Geçmişini Nasıl Ele Alabiliriz?” başlıklı konuyu masaya yatırdı. Büşra Nur Topal ve Vefa Kaya’nın moderatörlüğünde gerçekleşen programda, 1980 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi tarihinin önemli bir bölümüne tanıklık etmiş olan ve son zamanlarda üniversitenin erken tarihini hikayeleştiren Prof. Dr. Sibel A. Arkonaç ağırlandı.

“Psikoloji neden bir başlangıç tarihi arar?” sorusundan hareketle konuşmasına başlayan Arkonaç, bir süredir kaleme aldığı ve Psikoloji tarih yazımı örneği olan yazı dizisini işaret ederek psikoloji bilgisinin ve biliminin nasıl geliştiği ile ilgili hiçbir çalışmanın olmamasına dikkat çekerek şöyle dedi: “Yalnızca kurumsal ilerlemenin nasıl gerçekleştiği ile ilgili çalışmaların olması bu yazıyı kaleme almak konusunda benim için farz oldu. 20. yüzyılın ilk yirmi senesi kadar 1990 ve 2000’li yılların ilk on senesi Türkiye’de psikolojinin son derece önemli dönüşümleri olduğunu düşündüğüm dönemler. Bunları özellikle yazmak ve tartışmak istiyorum”.

Psikoloji disipliniyle ilgili ilk düşünce ve fikirlerin, Osmanlı entelektüelinin takip ettiği felsefi akımlarda görülebileceğini belirten Arkonaç, “Tüm bu tartışmaların bağlamını Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı tarihindeki siyasi, kültürel düşünce hayatındaki kırılmalar bağlamında okumak istiyorum” dedi. Psikolojinin bir bölüm olarak kuruluşunun ancak mezkûr bağlam içerisinde anlamlı olabileceğini ileri süren Arkonaç, tarihe bir başlangıç noktası arama çabasını eleştirel bir gözlemle ele alarak şunları söyledi:

“Psikoloji tarihi denilince bir başlangıç aranıyor ve belirli kıstaslar ortaya konuluyor. Ona göre tarih yazılmaya başlanıyor. Psikolojinin tarihçesi için de yurt dışında birkaç kıstas belirlenmiş. Ana akım psikoloji dediğim ana damarda psikolojiye giriş kitaplarında hep bu kıstaslarla paralel tarihçeler var. İlk kitap neydi? İlk deney ne zaman yapıldı? Wundt laboratuvarında ne oldu? Amerika’da ne oldu? Avrupa’da ne yapıldı? Aslında bu sorularla oluşturulan yan hikâyeler esas olandan daha kuşatıcı oluyor ancak eksik.”

Ana akıma uygun eleştirel Türkçe metinler olduğunu işaret eden ve Kağıtçıbaşı, Boratav, Dökmen’in Psikoloji tarihçesi örneği olabilecek çalışmalarını işaret eden Arkonaç, Türkiye’de psikoloji disiplininin kendi başına nasıl bir bilim dalı haline geldiği üzerinde durarak sistemli bir geçmiş yazımının önemini vurguladı. Osmanlı entelektüellerinin çok çeşitli alanlarda okuma yaptığını, felsefe ve sosyoloji alanlarında yürütülen tartışmaları dikkatle takip ettiklerini belirten Arkonaç, cemiyet ve düşünce hayatlarındaki faaliyetlerin çeşitliliğini vurgulayarak “Bir anlamda da dağınık ilgiler söz konusu. Bu çalışmalara bakarak Psikoloji ile ilgili izlere rastlamak hem mümkün hem değil” dedi.

Psikoloji adı altında tanıdık kavramlaştırmaların Hilmi Ziya Ülken’de olabileceği düşüncesiyle erken dönem metinleri etraflıca incelediğini belirten Arkonaç, ilk telif Psikoloji kitaplarını karşılaştırmalı inceleyen günümüz metinlerine değindi. Cumhuriyet aydını ve psikologların bu tür metinleri üretme yönünde atıl kaldığını ifade eden Arkonaç, İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşuna dair tarihsel anlatının da bu atıl durum nedeniyle kısır bir tartışma düzeyinde kaldığını, argümantatif ve eleştirel düşüncenin metinlere sirayet etmediğini belirtti.  

“Psikoloji neden kuruldu? Ne işe yarayacaktı? Neden gerekli görüldü?” soruları üzerinde duran Arkonaç, Psikoloji bilgisinin üniversite müfredatında yer almasına yönelik neden talep edildiği ve ne tür bir beklentiyle bu bilgiye talip olunduğu sorularının da önemini işaret etti. “Bu sorulara, batıyı taklit etmek için cevabı verilebilir. Ancak bu cevabın kapsamadığı çok daha fazla soru var burada” diyen Arkonaç, İ. Arda Odabaşı’nın Osmanlı matbuatı üzerine metnini ele alarak konuyu Psikoloji metinlerinin basılmasına getirdi. Zafer Toprak’ın psikolojik bilginin sosyolojik bilgiden farklı olarak sistem teklifi getirmediği ve bu nedenle Osmanlı aydınlarının psikolojiye ilgilerinin sürdüğünü işaret eden metnini de hatırlatan Arkonaç, her iki metnin de psikolojik bilginin zararsız olduğu yönündeki tartışma noktasının yetersiz kaldığını ileri sürdü.

Arkonaç sözlerini şöyle sürdürerek önemli bir değerlendirmede bulundu: “1850’lerden itibaren Osmanlı entelektüelinin amacı imparatorluğun aksayan yönlerini revize etmekti. Revize edecek modern, batılı sistemi buraya aktarmaktı. Bu aktarım, ne olduğunu anlayıp burada benzerini kurmak amacıylaydı. Niyazi Berkes’in dediği gibi o koca koca adamların hiçbiri düşünce akım ya da yaklaşımın kendisini, kendisi içinde inceleyip tartışmıyor. Materyalizm nedir neden öyledir şu argümanı analiz edeyim ve karşı argüman geliştireyim yok. Güttükleri sosyal siyaset için elverişli bir modern bilgi arayışıyla materyalizmi ele alıyor. Arıyor. Ne arıyor? Burada benim kuracağım sisteme uygun hangi kavramlar var ve ben bunlarla ne pişirebilirim? Dolayısıyla toplum odaklı sosyolojiyi takip ediyorlar ve Ziya Gökalp’te görüldüğü gibi işlerine yarıyor. Birey odaklı sosyoloji içinde psikoloji tartışmalarını takip ediyorlardı çünkü yeni kurulacak olan toplumun içinde yeni birey doğacaktı. O birey kim olmalıydı? Ne yapmalıydı? Birey odaklı sosyolojiyi de bunun için takip ediyorlar.”

Aynı zamanda DÜSAM Youtube kanalında yayınlanan “Türkiyede Psikolojinin Geçmişini Nasıl Ele Alabiliriz?” başlıklı konuşma, dinleyenlerin aktif katılımı, soru ve katkılarıyla sona erdi.

14 Şubat 2022
Öğrenci Destek Hattı