Selim Sezer: “Avrupa, kendi Yahudi sorununu Ortadoğu’ya transfer ediyor.”

Samsun Üniversitesi (SAMÜ) Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), Politika Konuşmaları dizisi kapsamında, 22 Kasım 2023 tarihinde, Dr. Selim Sezer’i ağırladı. “Filistin: Ne Anlamalıyız? Ne Yapmalıyız?” başlıklı programda Filistin ve İsrail’in oluşum süreçleri üzerine dikkate değer bir konu masaya yatırıldı.

Son dönemlerde Filistinli adıyla bir kimliğin olmadığına yönelik yaklaşımlara eleştiri getirerek sözlerine başlayan Sezer, Filistin olarak adlandırılan bölgenin, 19. yüzyılın sonlarına doğru sınırları neredeyse belirli, merkezi Kudüs olan geniş bir coğrafya olduğunu belirtti. Sezer, “Her ne kadar Filistin kavramının sonradan icat edildiği söylense de 19. yüzyılın sonlarında Siyonistlerin dahi yazılarında Filistin adını kullandığını görüyoruz. 1897 tarihli kongreye ve 1917 tarihli deklarasyona (Balfour) baktığımızda Filistin’e Yahudi göçünün sağlanması ve orada bir Yahudi devletinin kurulması hedefinin tanımlandığını görüyoruz. 1920 yılında Britanya mandasını kurulmasıyla bu bölgenin sınırları daha belirgin hale geliyor” dedi.

İngiliz Mandası’nın ve Balfour Deklarasyonu’nun sonucu olarak bölgede Yahudilerin nüfus artışının sağlandığını ve demografik değişimlerin yaşandığını belirten Sezer, bu gelişmelerin sonucu olarak Filistinlilere ait arazilerin de Siyonist göçmenlere devredildiğini belirtti. 1940’lı yıllara gelindiğinde Filistin yönetimine doğrudan müdahaleler olduğunu belirten Sezer, bu müdahalelerin arka planında Filistinlilerin İngiliz Mandası’na olan yoğun ve güçlü itirazları olduğunu ileri sürdü. Bu itirazlardan birinin 1929 yılında gerçekleşen Burak İsyanı olduğunu belirten Sezer, isyanın arka planına dair şöyle bir değerlendirmede bulundu:

“Kudüs’te dini bakımdan en ihtilaflı bölge Mescid-i Aksa ve civarıdır. Yahudilerin Süleyman Tapınağı’nın kalıntılarına ulaşma isteği ve Ağlama Duvarı olarak adlandırdıkları yeri sahiplenme, kendilerine ait ilan etme girişimleri söz konusu. Bu çağrılar yavaş yavaş Filistin halkının biriken tepkilerinin açığa çıkmasına neden olacaktı. 1920’lerin sonunda Yahudilerin bir devlet kurma emeli olduğu fark edilince tepkiler çoğaldı. Ağlama Duvarı’nın artık Yahudiler için Hahamlar tarafından bir sembol olarak ilanı, yaklaşık bir hafta boyunca devam eden çatışmaların nedenlerini oluşturdu.”

Filistin’de 1936-1939 yılları arasındaki ikinci isyan sürecine değinerek konuşmasını sürdüren Sezer, bu dönemde hem İngiliz Mandası’nın hem Yahudi işgalcilerin hem de bu iki grupla işbirliği içerisinde olan Arap eşrafın hedef alındığını dile getirdi. Sezer, “1936 ayaklanması Filistinli kimliğinin oluşmasında belirleyici bir rol oynadı” dedi. Mezkûr isyan sürecine sosyal tabaka açısından halkın münferit kesimlerinin dâhil olduğunu ifade eden Sezer, bu süreçte yerli halkın, kendilerini çevreleyen Biladü’ş Şam bölgesinden ayrı, müstakil bir Filistinlilik üzerinden kendilerini ifade ettiklerini belirtti.

Sözlerini 1948 yılındaki kırılma noktasına değinerek sürdüren Sezer, İngiliz liderlerin bölgedeki hâkimiyetiyle ilgili bir gelişme olarak devreye Birleşmiş Milletler’in girdiğinden bahsetti ve bu süreçte Filistinlilere oldukça sınırlı bir bölgenin bırakılmasının görüşüldüğünü dile getirdi. İlan Pappe’nin Filistin’de Etnik Temizlik kitabını referans göstererek bu süreçlerin detaylarına değinen Sezer, Yahudilerin Arap nüfusundan arındırılmış bir devlet kurma emellerini aktardı. Sezer, Filistin olarak tanımlanan geniş coğrafyada 1948 sonrasında Yahudi yerleşimlerin çoğaltıldığını, Arap nüfusun ise azaltıldığını belirtti.

Sözlerini Siyonizm’in doğuşuna getirerek sürdüren Sezer, “Siyonizm, ulus devletler çağı olan 19. yüzyılda Avrupalı seküler ve milliyetçi elitler tarafından geliştirilmiş bir ideolojiye dayanır” dedi. Siyonizm’in eski dinî argümanlardan uzaklaşarak bir ulus devlet inşası hedefi olduğunu belirten Sezer, Theodor Herzl’in Yahudi dini inancına da sadık kalmadığını ileri sürdü ve şu değerlendirmeyi ortaya koydu: “Aslında yine tam da Aydınlar tarafından geliştirilen o milliyetçi ve evrensel söylemi görüyoruz. Birtakım fikirlerin geniş toplumsal tabana yayılması için o topluma uygun söylemlerin geliştirildiğini görüyoruz. Vadedilmiş Topraklar söylemi bunun bir örneği. Ian Pappe’nin söylediği gibi ‘Siyonizm’in kurucuları Tanrı’ya inanmayan ancak yine de Tanrı’nın kendilerine Filistin’i vadettiğini savunan bir topluluktur’. Bu gelişmelerin amacı halksız bir toprağı topraksız bir halka vermek gibi bir mantığı sahipleniyordu. Filistin’deki köylülerin topraklarından ve yaşam alanlarından çıkarılması bu durumun bir sonucuydu.”

İsrail’i var eden en temel unsurun Filistin’de yaşayan insanların bölgeden çıkarılmaya zorlanması ve boşalan yerlere Yahudi nüfusun yerleşmesi olduğunu belirten Sezer, bu durumun bir sömürgecilik projesi olduğunu ifade ederek İsrail’in etnik temizlik ve yerleşimcilere yer açma mantığı üzerine kurulduğunu dile getirdi. Sezer, “yerleşimci” kavramı üzerinde durarak yerleşimcinin, “sakin” ifadesinin muadili olmadığını belirtti ve bu kavramın sömürgecilik literatürüne ait olduğunu söyledi. “Yerleşimci, başka bir yerden gelen, orada yaşayan insanları bulundukları yerden çıkaran, mülklerine el koyan, geçmişlerini silen ve şiddet kullanan insandır” ifadesiyle sözlerini sürdüren Sezer, yerleşimcilerin kullandığı araçlardan birinin soykırım olduğunu belirtti.

2007 yılından bugüne kadar Gazze’de devam eden abluka sürecine değinen Sezer, bu dönemde El Fetih’in uzlaşmacı çizgisine rağmen Hamas hareketinin popülaritesinin arttığını belirtti ve Hamas’ın 2006 seçimlerinde birinci parti olarak yükselmesine değindi. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün dünyada tanınacak düzeyde diplomatik temsil gücüne rağmen Hamas’ın seçilmesinin bir kriz meydana getirdiğini ifade eden Sezer, bu karışıklıklardan ötürü Hamas’ın yalnızca Gazze bölgesinde hüküm sürdüğünü belirtti. Bu dönemleri de kapsayan 16 yıllık abluka sürecinin dünya tarihinde uzun bir örnek olduğunu dile getiren Sezer, bu abluka sürecinde liman, havaalanı gibi imkânların kısıtlandığını, dış yardımlara bağımlı hale gelmiş topluluğun dışarıdan yardım alamadığını ifade etti. Filistin halkının 7 Ekim’de verdiği tepkinin, “Biz varız!” mesajı olduğunu belirten Sezer, bu mesaja daha önceki dönemlerde olduğu gibi toplu cezalandırmayla karşılık verildiğini ifade etti.

Filistin’de gerçekleşen soykırım hadisesine dair dünyanın tepkisini değerlendiren Sezer, “Soykırımın bütün hukuksal şartlarının gerçekleştiği bir saldırı sürecine yönelik Batılı merkezlerde beklediğimiz düzeyde bir eleştirinin olmayışı, Batı Avrupa ülkelerinin iktisadi etkenlerle İsrail’e destek verdiğini gösteriyor. Geliştirilen birtakım doğalgaz projeleri var ve nasıl ki 20. yüzyılda petrol ülkelerin akıbeti için önemliydi; 21. yüzyılda da aynı durumu tecrübe ediyoruz. Diğer taraftan ise Holokost’un diyetini ödettirme söz konusu. Daha derininde ise şöyle bir durum var: Avrupa siyasal kültürü antisemitisttir. Balfour Deklarasyonu’nu yayımlayan ve adını veren Arthur James Balfour da bir antisemitistti. Ancak bu durum bir çelişki olarak okunmamalı. Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını desteklediğinizde, bu aynı zamanda Avrupa’daki Yahudilerin de o bölgeye gitmesini sağlayacak. Yani Avrupa, kendi Yahudi sorununu Ortadoğu’ya transfer ediyor. Eğer İsrail yıkılır ve Yahudiler Avrupa’ya geri dönerlerse? Buna dair derin bir korku duyuyorlar.”

Aynı zamanda DÜSAM Youtube kanalında yayınlanan “Filistin: Ne Anlamalıyız? Ne Yapmalıyız?”  başlıklı konuşma, dinleyenlerin aktif katılımı, soru ve katkılarıyla sona erdi.

Kaçıranlar, linki tıklayarak Youtube kanalımızdan programı izleyebilirler.

 

Öğrenci Destek Hattı